Sürekli değişen,deniz ortasında rüzgâra kapılıp bir o tarafa, bir bu tarafa sürüklenen sandala benziyor hayatlarımız.Çekilen her kürek,biraz daha yoruyor belki de kıyıya varmaya olan inancımızı, biraz daha çalıp gidiyor bizden.Kıyının..
Sürekli değişen,deniz ortasında rüzgâra kapılıp bir o tarafa, bir bu tarafa sürüklenen sandala benziyor
hayatlarımız.Çekilen her kürek,biraz daha yoruyor belki de kıyıya varmaya olan inancımızı, biraz daha
çalıp gidiyor bizden.Kıyının uzak olmasını daha uzak kılan etmenler var üstelik.Sis bir yandan ,fırtına
bir yandan,hakeza varsan da ne ile karşılaşacağını bilmemek öte yandan daha çok ürkütüyor insanı.Bir
de alabora olup derinlikleri boyladığını düşünmek,onu düşünmek bile tüm bunların hepsini hükümsüz
kılıyor.Biraz sinema filminden çıkmış macera sahnelerini anımsatsa da tam da böyle bir şeydir hayatla
olan kavgamız.Bu;bir iki kişinin değil üstelik,milyarların her gün yatıp kalktığı,gördüğü kötü bir
rüya.Rüya olsa iyi ya!Gerçeğin ta kendisi.
“Ekmek herkese yetecekti aslında.Tarlaya karga dadandı,ambara fare,fırına hırsız,memlekete harami-
geldikleri gibi gitmediler,kimi itini bıraktı,kimi bitini kimi de pi..’ni.. “ diyordu Neyzen Tevfik tam da bu
günleri anlatıp tasvir eder gibi.Aslında bu kavga Ademoğulları ile başladı ve onlarla devam ediyor.Yani
yeni değil ,bitecek gibi de değil.Dünya malına olan tamah,insanı insan olmanın ötesinde farklı bir
psikolojiye taşıyor maalesef .Hayvani dürtülerine,bitmez arzu ve isteklerine,hırslarına kul köle
kılıyor.Hal böyle olunca;haramın,hilenin,makam hırsının,kişisel hırs ve egoların önü arkası
kesilmiyor.Her şeye sahip olma,her şeyi elde etme,diğerini acımasızca alt etme güdüsü ön plana
çıkıyor.Bu dürtülerle hareket eden insanoğlundan geriye,yoksulluk,kan ,gözyaşı,sefalet ve adaletsiz
bir bir tablo kalıyor.Bir avuç insanın hükmettiği milyarların hegemonyasının sonuçlarına şahit
oluyoruz bu tabloda.Oysa o bir avuç insan milyarlarca insandan daha güçlü değil.Bu da bize ne kadar
tuhaf bir şeyin içinde olduğumuzu,o bir avuç insanın yarattığı korku ikliminde ne denli zavallı bir
durumu düştüğümüzü ifade ediyor.İstense; bu milyarlarca insan, bu bir avuç insanı üfleyerek yok
eder.Ama burada yaratılan psikolojik algının,öğretilmiş çaresizliğin tuhaf sonuçlarında boğuluyor
insanlar.Hakkı olanı,payına düşeni güçlü olana eliyle servis eder gibi sunuyor önüne.Bir çiftçinin
tarlada ürettiği bir mal kendisine misli katlarla satılıyor yine.Bir toplumun kendi eliyle yukarıya
taşıdığı yöneticiler daha çok kazanıyor,daha çok doyuyor.Toplumlara ne düşüyor peki?
Azlık,açlık,yokluk,sefalet,şükür ve sabretmek.
Peki neden hep toplumlar bu duruma mahküm,neden onlar yani o bir avuç zengin değil az alması,
şükretmesi gerekenler?Hiç düşündünüz mü?
Hiç düşünmüyor,düşünülmüyor olacak ki;hep düşen,yerlerde sürünen,hayat pahalılığına,yalana,azlığa
mahküm edilen hep bizler oluyoruz.Pascal der ki:Kuvvetsiz adalet aciz,adaletsiz kuvvet de
zalimdir.Zalimlerin elinde olan adaletten başka ne beklenebilir ki!
Başka bir bakışla Emerson der ki:İnsanlar ancak adaletle doyurulur.Evet,gerçek adalet hakim
kılınmadan insanların gerçek mana da doyduklarını,huzurlu olduklarını söylemek asla mümkün
değildir.Adaleti sağlayacak olan da yine biz insanların,toplumların gerçekçi fikirlerinden,doğru
seçimlerinden geçtiğini unutmamak gerek.Gerçi adaletin doğmadığı bir yerde, doyurmasını beklemek
de boş bir beklentidir ya!
Bu beklentiyi gerçeğe çevirecek,daha inançlı,daha kararlı
doğru adımlarla,doğru kararlarla daha aydınlık yarınlara.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)