“Lafla peynir gemisi yürümez.” Der bir atasözümüz. Doğru mudur?Doğrudur.Bir sözü,bir fikri,yapılması gereken bir şeyi olsun diye her seferinde tekrarlıyorsanız,ortaya attığınız her fikrin,konuştuğunuz her sözün altını sağlam bir şekilde doldurmak zorundasınız…
“Lafla peynir gemisi yürümez.” Der bir atasözümüz. Doğru mudur?Doğrudur.Bir sözü,bir fikri,yapılması gereken bir şeyi olsun diye her seferinde tekrarlıyorsanız,ortaya attığınız her fikrin,konuştuğunuz her sözün altını sağlam bir şekilde doldurmak zorundasınız. Bir yapı yapacaksınız,onun taslağını,projesini önceden oluşturmak zorundasınız.
Siyasi arenada boy gösterecekseniz;yöne-time,yönetmeye,temsil edeceğiniz çoğunluğa dair plan ve projeleriniz,içi dolu vaatleriniz olacak. Çok az kişi görmediği bir şeye inanır veya inanmak ister. O da sizin ne kadar güvenilir olduğunuza bağlı. Onun haricinde kalan durumlarda,var olmayan şeylere,güvenilirliği olmayan sözlere yahut ortada görünürlüğü olmayan bir şeye insanları ikna etmek çok zordur. Hatta imkansızdır. Kanmak için ya çok saf ya da çok cahil olmak gerek.
Demem o dur ki;görünen şeye inanırsınız.İspat olunan şey elle tutulur,gözle görülür bir şeydir. Tabi ki bazı durumlarda,bazı şeyler doğru olmasına rağmen ispat edilemiyor olabilir.Bu,işin istisnai kısmıdır. Meselenin aslına gelelim.
Bir şehir sahibini arıyor. Adı var ama bileni az. Kaynağı var ama kaynak sıkıntısı çekiyor.İnsan gücü var ama kahvehanelere mahkum ediliyor. Turizmi var ama geleni yok. Musikisi var ama çalanı yok.Folkl örü var ama farklı şehirlerin gölgesinde kalıyor. Yetişmiş,dürüst,işbilir yüzlerce sanatçısı,yazarı,bürokratı,siyasetçisi vs… var ama ya küstürülmüş ya da destek verilmiyor. Tarım alanları var ama ekilip biçilemiyor. Sanayisi var ama yarım yamalak yürüyor. Kısacası yok yok, her şeyi var ama hiçbir şeyi yok bu şehrin.
Yahu bu şehir Hitit gibi bir medeniyetin baş sancaklarından biri. Urartuların vazgeçilmezi. Bizansın almak için kendini parelediği, Asur’un, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın gözbebeği merkezlerden biri.
Nasıl olur da böylesine merkez,konumu itibarıyla kavşak noktada bulunan bir şehir beş pare etmez bir değere layık görülür.
Burası bir zamanlar bilimin,sanatın zirve yaptığı bir şehir,nasıl olur da yok hükmünde sayılır.
Her gelen siyasetçinin,her hükümetin bol palavralarla, sayısız vaatler bıraktığı,her seferinde ihmal ettiği,cepte gördüğü basit bir şehir değildir bu şehir.
Bugün hangi alanda bakarsanız bakın,bir sahipsizlik bir kendi haline terkedilmişlik vaziyeti mevcut.
Kimse yönetenlerden yoktan bir şey var etmelerini beklemiyor.
Var olan dinamikleri harekete geçirmelerini,verilen sözlerin yerine getirilmesini,içi dolu vaatlerle,söz verilip de yapılmayanların yapılmasını bekliyor.
Elazığ halkı artık altı gerçeklerle doldurulmuş, dürüst söz sahibi,dediğini yapan siyasetçi profili istiyor. Helva yapmak için her şey mevcut. Yapamıyorsanız, ben ustayım, ben aşçıyım diye ortaya düşmeyeceksiniz.
Artık öyle ki,kimse helva yapılmasını da beklemiyor,kalsın helvası,bari “malzeme ziyan edilmesin”diyor. Bu denli umutsuzluk hali hakim bugün Elazığ’da.
Konuşan çok,laf çok fakat peynir gemisini yürüten yok.
Kaptanı olmayan gemideki peynirler de çürümeye yüz tutmuş.
Ortalıkta pis kokudan başka hiçbir şey yok. Bu şehir insanı,kendi yarattığı pisliği yine kendisi temizlemek zorunda. Kendi öz evlatlarıyla, kendi öz değerleriyle başarılı olmak zorunda. Ondan bundan,bu şehre ihanet eden,sırtını dönen siyaset anlayışından bu güzelim şehre fayda yok.
Siyasetin yuları bizim elimizde.
Onları dizginleyecek olan,ne şekilde hareket etmesi gerektiğini belirleyecek olan yine bizleriz. Göbek bağımızı,yine kendimiz keseceğiz.
Yeni Elazığ gençliğinin bu şuurla hareket edeceğini umuyorum.
Aydınlık yarınlara,
Esen kalın kıymetli hemşehrilerim…
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)