Elazığ

“TÜRKİYE’NİN SINIRLARI YOLGEÇEN HANI DEĞİLDİR”

Türk Ocakları Elazığ Şube Başkanı Vahit Dabak ile röportaj yaptık. Son zamanlarda Türkiye’ye düzensiz bir şekilde gelen göçmenler hakkında açıklamalarda bulundu.   “TÜRKİYE EN BÜYÜK GÖÇÜ 1991’DE KÖRFEZ SAVAŞI ESNASINDA..

“TÜRKİYE’NİN SINIRLARI YOLGEÇEN HANI DEĞİLDİR”

Türk Ocakları Elazığ Şube Başkanı Vahit Dabak ile röportaj yaptık. Son zamanlarda Türkiye’ye düzensiz bir şekilde gelen göçmenler hakkında açıklamalarda bulundu.

 

“TÜRKİYE EN BÜYÜK GÖÇÜ 1991’DE KÖRFEZ SAVAŞI ESNASINDA ALDI”
Bu röportajı vermenin asıl gayesinin kamu yararına bir dernek oldukları için bunu kendilerine bir vazife addettiğini söyleyen Türk Ocakları Elazığ Şube Başkanı Vahit Dabak, “Her ne kadar bu son zamanların bir meselesi olarak görünse de aslında bu işin kökeni çok gerilere dayanıyor. Yıllardan beri ülkemize dışarıdan sürekli olarak göçmenler geliyor. Hafızalarımızı canlandırırsak ülkemiz en büyük göçü 1991’de Birinci Körfez Savaşı esnasında aldı. Bu dönemde peşmergeler getirildi bu ülkeye, sayısı altı yüz elli bin civarında. Bu ülkedeki göçmenler sadece Suriye’liler değil. Bugün Afgan akımı var, ama daha önce de vardı. Bir de tv’de izlediğimiz kadarı ile bazı şahısların gelenler gitsin diye söyleyerek iki tür ironi yapmış olabilirler. Bunlardan biri Türk Milletini kast ederek siz Anadolu’ya sonradan geldiniz diye bizi hedefe koyuyorlar veya balkan savaşında ülkemize gelmişlerdir. Onlar bizim öz ve öz vatandaşlarımızdır birde 1991 peşmergelerin getirilmesi ile bazı kesimlerin “Bizim ülkemizin insanları bizim soydaşlarımız dünyanın her tarafında sıkıntı içinde, niye onlar değil de peş-mergeler getirildi” diye sitem ol-muştu. Bu sitemden dolayı da 1996 yıllarında iki bine Kırgız Tür-kü getirildi. Ama bunlar çok özel insanlar, ben gittim, gördüm, ko-nuştum ve tanıştım kendileri ile. Geldiklerinden beri bu ülkeye sü-rekli faydaları olmuştur. Özellik-le Van Erciş’deki Kırgızlar ile çok samimi oldum, 4-5 defa gittim misafirleri oldum. Bu insanların iki bin kişilik ailelerinin altı yüz elli kişisi dağlarda korucu olarak görev yapıyor. Bu ülkenin baş belası olan terör örgütüne karşı gece gündüz müdahale ediyorlardı ve doğru düzgün bir maddi karşılık almıyorlardı. Bunların Türkiye’ye getirilişi Malatya Yeşilyurt’tur. Fakat bunlar soğuk iklimden geldikleri için, Malatya’da fazla barınamadılar, bir kısmı Van Erciş Bölgesine gitti” dedi.


“TÜRKİYE’NİN SINIRLARI YOLGEÇEN HANI DEĞİLDİR”
Türkiye sınırlarının bu kadar rahat geçilecek sınırlar olmaması gerektiğinden bahseden Dabak, “2011 yılında başlayan Suriye meselesi, Türkiye’yi pek çok bakımdan derinden etkilemeye devam ediyor. Bugün Türkiye’de kabaca 6-7 milyon civarında sığınmacı ve düzensiz göçmen bulunduğu söylenmektedir. Bunun büyük kısmı Suriyeli sığınmacılar olup bunların çoğunluğu da 8-9 yıldır ülkemizde şehirlere ve kasabalara dağılmış olarak yaşa-maktadır. Bu süreçte, PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD/YPG tarafından, nüfusunun çoğunluğu Arap olan bir bölgede etnik temizlik gerçekleştirilmiş; bu durum, uluslararası kuruluşların raporlarıyla tespit edilmiştir. Bir yandan Suriye’nin kuzeyi nüfus bakımından değişime tabi tutu-lurken bir yandan da Türkiye’nin şimdilik sosyal ve nüfus yapısının, ileride de idari ve siyasi yapısının değiştirilmesi hedeflenmiştir. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları sonrasında ülkelerine dönenlerin sayısı birkaç yüz binden ibaret kalmıştır. Barış Pınarı Harekâtı’nda kontrol altına alınması planlanan bölgenin, ABD ve Avrupa ülkeleri, özellikle Rusya tarafından yapılan hamlelerle çok mütevazı bir alanla sınırlı kalması, bir milyon kadar Suriyeliyi geri gönderme planının büyük ölçüde gözden geçirilmesine yol açmıştır. Bu meselenin insani boyutuyla Türkiye ve Suriye’nin geleceğine dönük manasını birbirinden ayırmak şarttır. Türk Devleti ve Türk milleti, büyük bir alicenaplık göstermiştir; ancak bu, sürdürülebilir bir durum değildir. Türkiye’nin sosyal dokusu ciddi bir şekilde değişime maruz kalmaktadır. Hem Suriye’nin hem de Türkiye’nin nüfus yapısına büyük ölçüde etkide bulunan bu mesele, “Ensar-Muhacirin” söylemiyle süslenerek “Türkiye zaten göçmenler ülkesidir, sizin de atalarınız filan yerden geldi.” gibi sığ ve mantık dışı bir zeminde ele alınamaz. Suriyeli sığınmacılar başta olmak üzere, Afganistanlılar veya Afrika’dan gelenlerle Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında kaybedilen topraklardan Anadolu’ya gelenleri, Balkan ve Kafkas göçmenlerini kıyaslamak abesle iştigaldir. Hele hele Türklerin de bu topraklara başka yerlerden geldiği gibi alçakça söylemlerin sahiplerine, Türklerin bu toprakları, Bizans’ın merhametine iltica ederek değil kan dökerek, can vererek, imar ederek vatanlaştırdığını hatır-latırız. Birinci Cihan Harbi sonrasında Anadolu’nun ortasına sıkıştırılmak istenen Türk milleti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verdiği Millî Müca-dele ile bu toprakların ebediyen Türk yurdu olduğunu dünyaya kabul ettirmiştir. Suriyeli sığın-macılar veya Afganistanlı düzensiz göçmenlerin Türkiye ekonomisi açısından neredeyse vazgeçilmez olduğu şeklindeki propagandalar ise abartıdan ibarettir. Bu bağlamda sığınmacı ve göçmenlerin ucuz işçi olarak çalıştırılmasının insan haklarıyla bağdaşmadığını da belirtmeliyiz. Ülkemiz, onlara yaptırılan işleri yapabilecek nüfus varlığına sahiptir. Şayet belirli alanlarda dışarıdan iş gücüne ihtiyaç varsa bu, rastgele ve kitleler hâlinde gelen göçmenlerle halledilecek bir mesele olmayıp devletin belirli bir plan ve kural dâhilinde yürürlüğe koyacağı bir siyasetle olur. Bugün geldiğimiz noktada, Suriyeli sığın-macıların ülkedeki varlıklarını şu veya bu şekilde kalıcı hâle getire-cek uygula-maların devam ettirilmesinin ileride telafi edile-mez sıkıntılara yol açacağı ayan beyan ortaya çıkmıştır. Bu mese-lenin çözümü ve sığınmacıların büyük bölümü-nün geri gönderil-mesi için bir strateji takip edilmesi elzemdir. Suriyeli çocuk ve genç nüfusun, işin doğası gereği istenmedik durumlara konu olma-sı kaçınılmazdır. Bunun gibi sıkıntılara ve meselelere dikkat çekmek, Suriyeli düşmanlığı veya nefreti değildir. Suriyeli sığınmacıların veya Afganis-tan’dan gelenlerin arasına karışmış olan terör örgütü men-suplarının ciddi bir tehdit oluşturduğunu izaha gerek yok. Bunun yanında genç ve yoksul nüfusun birtakım gayrimeşru yollara çekilmesinden kaynak-lanan meselelerin büyüyerek sıkıntılara yol açması da kaçınıl-mazdır. Bütün bunlarla birlikte asıl dikkat edilmesi gere-ken, mese-lenin “Suriyeli Sığınmacılar” ve onlara insani yardım yapılması konusuna indirgenmemesi gerek-tiğidir. Sömürgeci ve yayılmacı güçlerin ülkemizi ve çevremizi düzenleme amacını taşıyan projelerinin ileride yol açacağı daha büyük ve derin çatışmalara karşı, şimdiden sağlam veri ve bilgiye dayalı, Türk Millî Devle-ti’nin bekasını sağlamaya yönelik tedbirler acilen hayata geçiril-melidir. Bunun için de güneyi-mizdeki “PKK Terör Devletçiği Projesi”nin tarihe karışması, Suriye’de güvenlik ve iç barışın kesin olarak sağlanması, bu gerçekleşene kadar Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin denetimindeki bölgenin, Türkiye-deki Suriyeliler ve Suriye Türklüğü için “güvenli bölge” hâline getirilmesi elzem ve öncelikli hususlardır. Türkiye, imparatorluk bakiyesi olarak kurulmuş bir millî devlettir. Onun bu vasfına ve üniter devlet yapısına halel getireceği açık olan nüfusa dayalı bir saldırıyla karşı karşıyayız. Türkiye, insani boyut bahane edilerek bu sınırlar içinde, âdeta çok uluslu bir siyasi oluşuma dönüştürülmek istenmektedir. Sığınmacılar ve göçmenlerin Türkiye’de kalmasının iyi olacağını ileri süren Batılı çevrelerin niyetleri de açıktır. Bu, Türkiye ve Türk milleti açısından artık en önemli beka meselesi hâlini almıştır. Hiçbir ülke veya millet, nüfusunun yüzde 10’una tekabül eden ve doğurganlığı dikkate alındığından 20-25 yıl içinde yüzde 20’ye çıkabilecek olan bir yabancı nüfusu hazmedemez. Bu toprakların adı “Türkiye”, bu milletin adı “Türk Milleti”dir. Türk Ocakları olarak Devlet’imizin, bu hayati mesele hakkında ciddi tedbirleri bir an önce almasını, sığınmacılar meselesini, Suriye Devleti başta olmak üzere konunun muhatapları ile bir an önce bir çözüm yoluna sokmasını, başta İran sınırı olmak üzere bütün sınırlarımızın düzensiz göçmen akınlarıyla “yolgeçen hanı”na dönmemesi için her türlü tedbiri uygulamaya koymasını talep ediyoruz.
Özetle diyorum ki:
– Suriyeli sığınmacıları Osmanlı’nın son döneminde kaybedilen topraklardan kalan vatan topraklarına yapılan zorunlu göçler, mübadele vb. ile gelenlerle karşılaştırmak cehalet değilse kötü niyetten kaynaklanan bir çarpıtmadır.
– Şayet bazı sektörlerde dışarıdan gelecek işgücüne ihtiyacı varsa bu, planlanarak yapılmalıdır.
– İnsan kaçakçılığına ve emek sömürüsüne göz yumulamaz.
– Türkiye’nin sınırları yolgeçen hanı değildir.
– Türk milletinin darda kalan komşulara ve misafirlere karşı gösterdiği misafirperverliğin istismar edilerek Türkiye’nin, mevcut sınırlarıyla çok uluslu bir yapıya dönüştürülmesine izin verilemez. Bu ülkenin bin yıllık kesintisiz hâkimi Türk milletidir, bu gerçeği değiştirme planlarına geçit verilemez” ifadelerinde bulundu.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL